El-Azîm (Celle Celaluhu)

El-Azîm (Celle Celaluhu)

بسم الله الرحمن الرحيم

Hamd âlemlerin yaratıcısı, hâkimi ve düzene koyucusu olan Allah’a, salât ve selam Efendimiz, önderimiz ve âlemlere rahmet olarak gönderilmiş Rasûlullah’a, ehli beytine, ashab-ı kiramına ve yolunu takip eden mü’minlere olsun.

Allah'u Teâlâ’yı anmak, dinlemek ve O’nu anlatmak kalplerin şifası ve hastalıkların devasıdır. O’ndan uzaklaşan kalpler hastalanır ve ölür. O’nun zikriyle yaşayan kalpler ise sağlık bulur.

Allah'u Teâlâ’nın güzel olan isimlerinden bir ismi, El-Azîm’dir. Azîm; yüce, büyük, ulu, değerli, kuvvetli, üstün ve ileri gelen anlamlarına gelir.

Istılahtaki anlamı ise, Allah'u Teâlâ’nın birçok sıfatına işaret eden ve birçok anlam barındıran manalar ihtiva eder.

Yüceliğinde, ululuğunda, büyüklüğünde, kudretinde, kuvvetinde, merhametinde, işitmesinde, görmesinde, cömertliğinde, affedişinde, yaratışında, kaza ve kaderinde vs. güzel sıfatlarında yücelik sahibidir.

Allah'u Teâlâ’nın azametini gören melekler gece gündüz Allah (azze ve celle)’ye ibadet eder, O’nu tesbih eder ve O’na isyan etmeden itaat ederler.

Ebu Zerr el-Gıfari (radiyallahu anhu)’nun rivayet ettiği hadiste Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır:

“Ben sizin görmediğinizi görürüm. İşitmediğinizi işitirim. Gökyüzü (ağırlıktan dolayı) ıhladı. Ve ıhlamasında haklıdır. Canımı elinde tutan Allah’a yemin olsun ki orada dört parmak aralığı yer olmasın ki illa orada bir melek alnını secdeye koymuştur. Vallahi bildiğimi bilmiş olsaydınız az güler çok ağlar ve kadınlarla yataklar üzerinde eğlenmez, çöllere çıkar Allah’a yalvarırdınız.” (İmam Ahmed, Tirmizi, İbn-i Mace)

Meleklerin bu davranışına mukabil insanların çoğu Allah-u Teâlâ’nın azametini anlamamaktadır. Allah (azze ve celle) şöyle buyuruyor:

وَمَا قَدَرُوا اللَّهَ حَقَّ قَدْرِهِ وَالْأَرْضُ جَمِيعاً قَبْضَتُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَالسَّماوَاتُ مَطْوِيَّاتٌ بِيَمِينِهِ سُبْحَانَهُ وَتَعَالَى عَمَّا يُشْرِكُون

“Onlar Allah'ı hakkıyla tanıyıp bilemediler. Kıyamet günü bütün yeryüzü O'nun tasarrufundadır. Gökler O'nun elinde dürülmüş olacaktır. O, müşriklerin ortak koşmalarından yüce ve münezzehtir.” (Zümer Sûresi 67)

Bu ayet yüce Rabbimizin ne kadar büyük, ulu ve üstün olduğunu gösteriyor. Dünyanın büyüklüğünü her insan müşahede etmektedir. Bu büyüklüğe mukabil, güneş dünyamızdan bir milyon üç yüz bin kat daha büyüktür. Güneşten milyarlarca kat büyük yıldızların var olduğunu bilim adamları haber vermektedirler ve uzayın sonu insanoğlu tarafından keşfedilememiştir. Patlamış veya devasa ateş kıvılcımları çıkarmış bazı yıldızların ışınlarının milyonlarca sene sonra dünyaya ulaştığı haberi verilmektedir. Düşünün ki bu denli muazzam kâinat kıyamet gününde Allah-u Teâlâ’nın elinde bir hardal tanesi gibi olacaktır.

Hadislerde geçtiği üzere her bir gök ile diğer gök arasında beş yüz senelik mesafe vardır. Gökyüzü (kâinat), kürsünün yanında koca bir çöldeki yüzük gibidir. O muazzam kürsü yine arşın yanında koca çöldeki bir yüzük misalidir. O muazzam arşın üstünde Rabbimiz (subhanehu ve teâlâ) vardır.

Müslüman kişinin Allah'u Teâlâ’nın sonsuz büyüklüğü, azameti ve yüceliği karşısında aciz bir şekilde teslim olmaktan başka bir yolu yoktur.

İnsanın yaratılışında büyük bir azamet vardır. İnsanoğlunun her bir organın yapısında, işleyişinde ve korunmasında başları döndürecek muazzam bir yaratılış, muazzam bir sanat ve muazzam bir güzellik vardır. Beyin, duyu organları, görme, konuşma, koklama, tat alma, mide, bağırsak, kalp, ciğer, böbrek, sinir sistemi, kaslar vs. vücudun her bir zerresinde Allah-u Teâlâ’nın ilminin, kudretinin, merhametinin, faziletinin ve hikmetinin azametini görüyoruz. İnsanoğluna kıyasla denizler, nehirler, bitkiler, ağaçlar, çiçekler, hayvanlar vs. mahlûkatında muazzam bir sanat ve üstün bir güç görmekteyiz. Bu da Allah-u Teâlâ’nın azametini gösterir.

Kur’an'ı Kerim’in en önemli ayeti olan Ayetü’l-Kürsi, Allah'u Teâlâ’yı anlattığı için büyük öneme haiz olmuştur. İşte o büyük ayetin sonu El-Azîm ile bitmektedir.

“Allah, O'ndan başka ilah yoktur; O, Hayy’dır, Kayyûm’dur. Kendisine ne uyku gelir ne de uyuklama. Göklerde ve yerdekilerin hepsi O'nundur. İzni olmadan O'nun katında kim şefaat edebilir? O, kullarının yaptıklarını ve yapacaklarını bilir. (O'na hiçbir şey gizli kalmaz.) O'nun bildirdiklerinin dışında insanlar O'nun ilminden hiçbir şeyi tam olarak bilemezler. O'nun kürsüsü gökleri ve yeri içine alır, onları koruyup gözetmek Kendisine zor gelmez. O yücedir, büyüktür.” (Bakara Sûresi 255)

İnsanoğlunun en zayıf hâli, yatağına uzandığı ve uyuduğu hâlidir. Korunmaya ihtiyacı vardır. Müslüman yatağına uzandığı vakit ne uyuyan ne de uyuklayan o yüce Allah’a sığınır. O, diridir. Her şeyi elinde tutandır. Yerlerin ve göklerin korunması O’na ağır gelmez. O Allah, yüce ve Azîm yani zatında ve sıfatlarında büyüktür.

Namazda rükûya varıp Allah'u Teâlâ’nın azameti karşısında eğildiğimiz zaman “Subhane Rabbiyel-Azîm” “O büyük ve ulu olan Rabbim bütün kusur ve ayıplardan münezzehtir” demekteyiz. Müslüman Allah-u Teâlâ’nın azametini, yüceliğini, kuvvetini ve hikmetini her zaman rükûda misali hissetmeli, tefekkür etmeli ve Allah-u Teâlâ’nın bu sıfatlarına yakışır şekilde yaşamalıdır.

Davetçi Müslüman, davetinin önündeki zorlukları, çileleri ve tağutların otorite ve kuvvetlerini gördükçe El-Azîm olan yüce Allah’a yönelmeli ve O’ndan yardım istemelidir.

Mücahid Müslüman cihad ederken, küfrün büyük kuvvetlerini, uçaklarını, tanklarını, roketlerini ve envaî çeşit silahlarını gördükçe El-Azîm olan yüce Allah’a yönelmeli, O’na sığınıp O’ndan yardım dilemelidir. Allah-u Teâlâ’nın azameti, büyüklüğü ve yüceliği karşısında küfrün büyük kuvvetlerinin hiçbir şey olmadığı günümüz vakıasında mücahidin yakinen bildiği ve iman ettiği bir şeydir. Eğer bu böyle olmasaydı başta kendilerini süper(!) güç diye tanımlayan ABD ve Rusya olmak üzere tüm kâfirlerin Suriye üzerine yağdırdıkları bombalar karşısında sarsılmadan dimdik duran bir avuç mücahidin durumu neyle izah edilebilirdi?

Esaret altında olan Müslüman El-Azîm olan Allah’a yönelmeli ve O’ndan kurtuluş istemelidir. Rızık darlığına düşmüş olan Müslüman El-Azîm olan yüce Allah’a dua etmeli ve O’ndan istemelidir.

Allah'u Teâlâ’nın azametini idrak eden kişi sadece O’na tevekkül eder. Çünkü en güçlü, en merhametli ve kullarına en çok şefkatli davranan O’dur.

Allah'u Teâlâ’nın azametini düşünen Müslüman, günahlardan uzak durur ve isyan etmekten korkar. İnsanoğlu bu aciz, zayıf, muhtaç hâliyle en kuvvetli, en büyük, gazabı şiddetli, kimsenin hesap soramayacağı, dilediğini yapan o Azîm olan Allah’a isyan etmekten korkar, çekinir. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Allah-u Teâlâ’yı en çok tanıyan kişi olması hasebiyle Allah-u Teâlâ’yı en çok seven ve Allah'u Teâlâ’dan en çok korkan kimse idi.

Azamet yani büyüklük ve yücelik ancak yüce Allah’a yakışır. Ve azametin gerçek sahibi O’dur. Aciz ve miskin olan kul kibirlenecek, büyüklenecek ve adeta Allah'u Teâlâ’ya Firavun ve tağutların yaptıkları gibi rekabete girecek olsa Allah'u Teâlâ ona azap eder, onun belini kırar. Bir kudsi hadiste Allah'u Teâlâ şöyle buyurur:

“Kibir (Büyüklük) kıyafetimdir. Azamet (Ululuk) peştemalimdir. İkisinden biriyle Benimle çekişene azap ederim.” (Müslim)

Kibirlenen Firavun’u, Allah-u Teâlâ’ suda boğduğu gibi büyüklenen Nemrut’u bir sinekle helak etmiştir. Bilelim ki kibir, Allah-u Teâlâ’nın gazap ettiği en kötü sıfatlardandır.

Allah-u Teâlâ’yı El-Azîm olarak bilen bir Müslüman, Azîm olan Allah’ı bırakıp kabirdeki ölülerden veya dirilerden medet isteyemez. Allah’tan başkasını, Allah’ı tazim ettiğimiz gibi tazim etmemeli, Allah-u Teâlâ’yı kalplerimizle, dilimizle ve amellerimizle yüceltmeli, O’ndan korkmalı, O’na dayanmalı, kalbimizi O’nun sevgisi ve tazimiyle doldurmalıyız. O’na boyun eğmeli ve hayatımızı ubudiyet ile geçirmeliyiz.

Allah'u Teâlâ’nın tazim ettiği Rasûlü’nü, Kitabını, evini (Kâbe), şeriatını ve değerli kıldığı şeyleri de tazim etmeliyiz. Rabbim cümlemizi hakkıyla Kendisini tazim edip ubudiyetinde boyun eğen kullarından eylesin. Âmin.

Davamızın sonu yüce Allah’a hamd etmektir.